Tek başınalık

Tek başınalık, yalnızlık değildir.13312919_991766914275479_6025999984242606018_n
“Geçen gün tek başına doğduğumuzu, tek başına yaşadığımızı ve tek başına öleceğimizi söylediniz. Ama doğduğumuz günden beri, ne yaparsak yapalım, kim olursak olalım birileriyle ilişki kurmaya çalışıyoruz,”
diyorsun.

”Bu başkalarıyla ilişki kurma isteği kaçıştan başka bir şey değildir. En küçük bebek bile yapacak bir şey bulmak ister; başka bir şey bulamasa bile ayak parmağını emmeye başlar. Tamamen boş bir iştir, hiçbir şey kazandırmaz ama yine de yapacak bir şeyler bulmuş olmak adına yapılır. Tren istasyonlarında, hava alanlarında oyuncak ayılarıyla gezen çocuklar görürsün; onlar olmadan uyuyamazlar. Karanlık, yalnızlıklarını daha da tehlikeli hale getirir. Oyuncak ayı büyük bir koruma sağlar; yanlarında biri vardır.

Senin Tanrın da büyüklerin oyuncak ayısından başka bir şey değildir.
Olduğun gibi yaşayamıyorsun. İlişkilerin ilişki değil. Çok çirkinler. Karşındaki insanı kullanıyorsun ve onun da seni kullandığının gayet farkındasın. Ve birini kullanmak, onu bir şeye, bir eşyaya indirgemektir. O kişiye hiç saygın yok.
“Daha da ötesi, özellikle tek bir kişiyle yakınlaşmaya karşı bir çekim hissediyoruz gibi görünüyor,”
diyorsun.

Bunun psikolojik bir nedeni var. Sen bir anne ve bir baba tarafından büyütüldün; oğlan çocuğuysan anneni sevmeye ve rakibin olduğu için babanı kıskanmaya başlarsın; kız çocuğuysan da babanı sever ve rakip olduğu için annenden nefret etmeye başlarsın. Artık bunu kanıtlayan geliştirilmiş doğrular var ve bunun sonucunda da hayatın berbat olur. Oğlan, kadın kalıbı olarak annesinin imgesini taşır. Sürekli bir şartlanma içindedir; yalnızca bir tek kadını o kadar yakından tanımaktadır. Onun yüzü, saçları, sıcaklığı, her şeyi; içinde, psikolojisinde bir iz bırakır. Aynı şey kız için de, babayla ilgili olarak geçerlidir.

Büyüdüğünde bir adama veya bir kadına aşık olur ve
“Belki de biz birbirimiz için yaratılmışsızdır,”
diye düşünürsün. Kimse kimse için yaratılmamıştır. Peki, o zaman niye tek bir kişiye karşı çekim hissediyorsun? Bu, içindeki anne veya babanın bıraktığı iz yüzündedir. O kişi bir şekilde annene veya babana benziyordur.
Tabii ki başka hiçbir kadın annenin tıpatıp kopyası olamaz, ki zaten kendine bir anne değil eş arıyorsun. Oysa içindeki iz senin için doğru kadını belirler. Onu gördüğün anda kafanda hiçbir soru işareti kalmamıştır. Anında ona karşı bir çekim hissedersin; içindeki iz hemen harekete geçer — bu kadın sana uygundur, bu adam sana uygundur.
Bu, arada bir plajda, sinemada veya parkta bulunmaktan ibaret olduğunda, iyi bir şeydir çünkü birbirini bütünüyle tanımazsın. Ama ikiniz de birlikte yaşamak, evlenmek için sabırsızlanırsınız ve bu âşıkların atabileceği en tehlikeli adımlardan biridir.

Biriyle evlendiğin anda, o kişiyi bütün olarak görmeye başlarsın ve her şeyi seni şaşırtmaya başlar —
“Bir yanlışlık olmalı, bu adam ya da kadın o değil!”

Çünkü içinde taşıdığın ideal kişiyle örtüşmemektedir. Ve sorun katlanarak artar, çünkü o da senin uymadığın bir ideali kendi içinde taşımaktadır. Sen içinde ideal olarak anneni taşıyorsun. Bu yüzden evlilikler yürümüyor.
Yalnızca çok seyrek olarak evlilikler başarılı olur — ve Tanrı sizi o evliliklerden korusun çünkü onlar psikolojik olarak hastalıklı evliliklerdir. Bazı insanlar sadisttir, başkalarına işkence etmekten zevk alırlar, ve bazı insanlar da mazoşisttir ve kendilerine işkence etmekten zevk alırlar. Eşler bu iki kategoriye dahil olduklarında evlilikleri yürür. Biri mazoşist, diğeri sadistse; bu, mükemmel bir evliliktir çünkü biri işkence çekmekten, diğeriyse işkence etmekten zevk alır.

Ama normalde kendinin sadist mi yoksa mazoşist mi olduğunu görüp de diğer uçtan birini bulmak çok zordur. Yeterince şuur sahibiysen psikoloğa gidip kim olduğunu, sadist mi yoksa mazoşist mi olduğunu öğrenmelisin. Sonra da sana uygun birinin olup olmadığını sorabilirsin.

Bazen, kazara bir sadist ve mazoşist evlenirler. Onlar dünyanın en mutlu insanlarıdır; birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Bu nasıl bir ihtiyaçtır? — İkisi de psikopattır ve işkence gibi bir hayat yaşarlar. Ama aksi takdirde evlilik yürümeyecektir ve bunun basit bir nedeni vardır: İçimizde taşıdığımız iz, buna izin vermez.
Evlilikte bile, bu ilişkiyi istemenin ardındaki temel neden dahi karşılanmaz. Karınla beraberken kendi başına olduğundan bile daha yalnızsındır. Bir karı kocayı bir odada yalnız bırakmak ikisine de eziyet etmek anlamına gelir.

Dostlarımdan biri emekliye ayrılıyordu; büyük bir sanayiciydi ve benim tavsiyem üzerine emekliye ayrılıyordu. Ona,
“Bu kadar çok şeye sahipsin, oğlun da yok. İki kızın var ve ikisi de zengin ailelere gelin gitti. Neden hâlâ gereksiz yere bunca dertle, işle, güçle, vergilerle filan uğraşasın? Her şeyi bırakabilirsin, yeterince paran var. Bin yıl yaşasan da yetecek kadar paraya sahipsin,”
dedim.
“Haklısın” dedi,“ama asıl sorun iş değil, karımla yalnız kalacak olmam. Bana bizimle yaşayacağına söz ver, hemen şimdi emekliye ayrılayım.”
“Bu çok tuhaf!! dedim.
“Sen mi emekliye ayrılıyorsun, yoksa ben mi?”
“Şartım bu.” dedi.
“Tüm bu sorunlarla uğraşmaktan hoşnut muyum sanıyorsun? Hepsi karımdan kaçmak için.”
Karısı bir çok yerde gönüllü işler yapıyordu. Bir kimsesizler yurdu, dullar için sığınak ve yoksullar ve tedavi masrafını karşılayamayacak olan dilenciler için bir hastaneyi yönetiyordu. Ona da aynı soruyu sordum,
“Sabahtan akşama bu işlerle uğraşmaktan zevk alıyor musun?”
“Zevk almak mı? Bu daha çok kendi kendine işkence etmek gibi,” dedi.
“Peki niye kendine böyle işkence ediyorsun?”
“Arkadaşından kaçmak için. Onunla yalnız kalmak, başıma gelebilecek en kötü şey!”

Ve bu görücü usulü yapılmış bir evlilik değil; bir aşk evliliğiydi. Onlar evlenmek için ailelerine, tüm topluma karşı çıkmışlardı çünkü farklı dinlerden ve farklı kastlardan geliyorlardı, ama içlerindeki iz onlara, karşılarındakinin doğru kadın ve erkek olduğunu söylemişti. Ve tüm bunlar bilinçsizce gerçekleşiyor. Belli bir kadına veya erkeğe neden âşık olduğun sorusuna yanıt bulamayışın da bu yüzden. Bu bilinçli bir seçim değil. Bu senin içindeki bilinçsiz iz tarafından verilmiş bir karar.

Ama tüm bu çaba — birini bulmak veya meşgul olmak için bin bir türlü şeyle uğraşmak — hep bu yalnızlık düşüncesinden kaçmak için. Ve bunun, meditasyon yapan insanla sıradan insanın ayrıldığı nokta olduğunu net olarak kavramanı istiyorum.

Sıradan insan yalnızlığını unutmaya çalışırken, meditasyon yapan kişi tekbaşınalığıyla daha yakından tanışmak ister. O, dünyayı bırakmış, yalnız kalabilmek uğruna mağaralara, ormanlara, dağlara çıkmıştır. O kim olduğunu bilmek ister. Bu, kalabalıkta zordur; dikkat dağıtıcı bir çok şey vardır. Ve tekbaşınalığı tadabilen kimse insanın tadabileceği en büyük mutluluğu yaşamıştır çünkü senin varlığın mutludur.

Tekbaşınalığınla uyumlandığın zaman başkalarıyla da ilişki kurabilirsin; o zaman ilişkilerin sana büyük bir sevinç katacaktır çünkü korkuya dayalı değillerdir. Tekbaşınalığını keşfettiğinde yaratıcı olabilir, istediğin kadar çok şeyle uğraşabilirsin çünkü bu uğraş artık senin kendinden kaçışın olmayacaktır. Artık o, senin kendini ifade edişin olacaktır; potansiyelini ortaya çıkarışın olacaktır.

Ancak böyle bir insan; tek başına da toplum içinde de yaşasa, bekâr da evli de olsa; her zaman mutlu, huzurlu ve sessiz olacaktır. Onun yaşamı bir dans, bir şarkı, bir çiçeklenme, güzel bir kokudur. Ne yaparsa yapsın, o kokuyu da beraberinde getirecektir.

 Ama atılacak ilk temel adım, tek başınalığını mutlak bir şekilde bilmektir.
Sen kendinden kaçmayı bu kalabalıktan öğrendin. Herkes kaçtığı için sen de kaçtın. Her çocuk bir kalabalığın içine doğar ve diğer insanları öykünmeye başlar; onlar ne yapıyorsa, o da aynılarını yapar. O da aynı kederli durumun içine düşer ve hayatın bundan ibaret olduğunu düşünmeye başlar. Ve yaşamı tümüyle kaçırır.

Bu yüzden sana hatırlatıyorum: Tek başınalığı yalnızlıkla karıştırma. Yalnızlık kesinlikle hastadır, tek başınalık ise mutlak sağlıktır. Osho

Bu yazıyı okuduğumda, dedim ki benimde danışanlarıma zaman zaman aktarmak istediğim cümlelere benziyor. Anlatmak istediğim şey ise olmak zorunda olduğunu düşünmeden biriyle olmak, başka şansın yokmuşcasına istemediğin bir işte çalışmak zorunda kalmak ya da başka istenmeden yapılan eylemleri sırf zorunda olduğunu düşünürek yaptığında, hayat  zorlaşır. Görünmeyen prangalar olur ayaklarına takılı.

İstediğin yerde ol. İstedigin işi yap. Yaptığın her ne ise korkunun senin üzerinde hakim olmasına izin verme. Çünkü korkunun, bağımlılığın  var olduğu yerde, sevgi var olamaz…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.